Panopticon’dan Periscope’a
16 Şub 2017
Dijital Göz V3- Panopticon
Gözetim olgusunun modernite içerisinde önemli hale gelmesi ile bu olgu, kuramcıların üzerinde durdukları temel sorunlardan biri haline geldi. Her biri gözetimi kendi içerisinde açıklayan kuramcılar, üretim süreci, sınıf ilişkileri ve bürokrasi bağlamında incelemeye aldılar.
Gözetim olgusuna ilişkin en temel vurgu modernitenin bireyler üzerindeki etkisi ve yeni iktidar ilişkileri üzerine çalışmaları, Fransız filozof Michel Foucault yapar.
Gözetime ilişkin çalışmaların beslendiği Jeremy Bentham´ın ´Panopticon´u aslında Foucault´ nun yakın merceği altında kuramsallaşır.
Her şeyden önce mimari bir yapı olan Panopticon; gözetlemenin, bir kulenin etrafında birçok hücreden oluşan ve bir gardiyanla bile birçok mahkumun aynı anda denetlenebildiği merkezi bir yapı olarak tasarlanır.
Foucault mimariyi şöyle betimler;
Halka şeklinde bir bina ve ortasında bir kule ve kuleden halkanın iç cephesine bakan geniş pencereler… Kuleye bakan bina hücrelere ayrılmıştır. Hücrenin her biri bina boyunca derinlemesine uzanır. Bu hücrelerin iki penceresi vardır. Biri içeriye doğru açıktır, kulenin pencerelerine denk diğer, diğeri dışarıya bakarak, ışığın bir baştan bir başa hücreyi kat etmesini sağlar. Bu durumda merkezi kuleye bir gözlemci yerleştirmek ve her bir hücreye bir deli, bir hasta, bir mahkum, bir işçi ya da bir öğrenci kapatmak yeterlidir.
Bu sistemde gardiyan odasından dışarı bakmak gibi gündelik eylemler gözetleme sürecinin bir parçası haline gelir.
Bu durumda panopticon modeline bakışın bir iktidar tekniği olarak algılandığını gösterir. Bu mimari bir model olarak tasarlansa da günümüzde mimari yapının ötesinde politik ve toplumsal bir yapılanmaya gönderme yapmaktadır. Kapitalist sistem ve iktidarın güç ve odaklarının egemenliklerinin sürdürülmesinde panopticon, güvenlik ve verimlilik modeli olarak karşımıza çıkar. Dolayısıyla birçok düşünür, Bentham´ın panopticonunu bir metafor olarak kullanarak modern toplumlarda gözetim olgusunun toplumdaki yeri ve etkilerini tartışmaktadır.
Foucault, gözetlenen bireylerin, görüldüğünü ama göremediğini, böylelikle bir bilginin nesnesi olduğunu ama hiçbir zaman iletişim sürecinin öznesi olamayacağını vurgulamaktadır.
Görünmeden görme özelliği dolayısıyla gözetim olgusu içselleştirilerek kişiliğin bir parçası haline getirilmiştir. Yine Foucault´a göre panopticonun önemi, tuğla ve harçla yapılan inşasında değil yarattığı disiplin mekanizmasında yatmaktadır. 19. yüzyılda oluşan toplumların temel özelliği şöyle anlatır;
Tek bir kişiye verilmiş olan ve bu kişinin başkaları üzerinde uyguladığı hiçbir güç yoktur, bu herkesi içine alan bir makinedir. İktidarı işletenler kadar üstlerinde iktidar işletilenlerde buna dahildir.
İktidar doğumundan itibaren iktidara sahip olan ya da onu işleten bir kişiyle artık maddi olarak özdeş değildir. Yasal sahibi olmayan makineler bütünü haline gelmiştir.
Dolayısıyla Panopticonlar, iktidarı otomatikleştirip bireysellikten çıkarttığı düşünülebilir. Denetim mekanizması artık bireysel olarak işlemez hale gelir ve merkezi kulede gözetleme yapan kişinin kim olduğu önemli değildir. İşte bu noktada herkesin artık kendini gözetlemeye başlamasıyla birlikte, Foucault´nun da mükemmel formül olarak nitelendirdiği sürekli gözetim hali böylece ortaya çıkar. Dolayısıyla bu durum toplumun uysal bedenlere dönüşmesini de beraberinde getirir.
“İktidar toplumu bireysel birimler halinde düzenler. Bunun amacı ise, özneyi maksimum görülebilir bir sistem içerisinde gözetim altında tutmaktır. Kurumlarda etkili kullanılır. Hastaneler, okullar, üniversiteler, bankalar… bizimle ilgili dosyalar barındırılır. Basitçe unutur geçeriz ya da onları kurumların işleyişinin kaçınılmaz ve zorunlu bir parçası olarak kabul ederiz.”
Çoğunluğun azınlığı izlediği gözetim toplumları ortaya çıkar. Bu toplumsal ve kültürel olgu Norveç´li sosyolog Thomas Mathiesen´in geliştirdiği ´Sinoptikon´ kavramıyla gündeme gelir. Burada başkalarının hayatını gözetlediği bir gözetim süreci söz konusudur. Fakat internetin yayılmasıyla sinoptokondan ´Omniptikon´a geçilmiştir.
Artık çoğunluğun birbirini izlediği bir gözetim süreci söz konusudur. Sosyal paylaşım ağlarıyla birlikte insanların birbirlerinin yaşamlarını gözetim altında tuttuğu görülmektedir.
Bu noktadan hareketle, denizaltıların su üstünü gözetlemek için kullandığı dürbünün adı olan Periscope uygulaması Twitter’ın yatırımcıları tarafından internet üzerinden canlı yayın yapabilmeyi olanaklı hale getiriyor. Bu olanaklılık hali ise beraberinde çoğunluğun birbirini izlediği/izleyebildiği/gözetleyebildiği “Periscope” çağına da adım atıldığını gösteriyor.
Çok daha öncelerden bugüne tartışılan ve tartışılmaya devam edecek olan bu konu beraberinde toplumun evrilmesini ve düşünce yapısının da değişmesini beraberinde getiriyor.
Bireyler gözetlenmekten haz duymaya evrilmekte.
İzlemeyi özellikle başkalarının gözünden ya da doğrudan kendisini izlemek ise beraberinde voyerizmi getirir.
Ama tüm bu kuramsal yaklaşımlar, teknolojinin bu kuramları temel alarak yeniden inşası tesadüfi olabilecek kadar kuantum içermez. Çünkü uygulama üreticileri aynı zamanda toplumları iyi analiz ederek Kullanıcı Deneyimi oluşturur.
Bilinçi bireyler olarak bu teknolojiyi yararımıza kullanamamamız, aslında toplum olarak çoğu zaman ihmal ettiğimiz konunun temeline bakmadan hızlı tüketime alıştırılmamızdan kaynaklanıyor olabilir.
Bu teknoloji güzel ve verimli kullanıldığında ise hem yeni medyanın kendisine bir alternatif hem de içerik oluşturma konusunda öznellik oluşturabilir.
Çok uzattım farkındayım fakat son bir link atmak istiyorum. Bu konularla alakalı, Alfred Hitchcock’un yönettiği James Stewart ve Grace Kelly’in baş rollerini oynadığı Rear Window filmini izlemeyenler için tavsiye edebilirm. Film temel dayanaklarından biri olan röntgencilik hissiyatını temel alır. James Stewart karakteri sinema izleyicisiyle aynı konumda verilmiştir.
Kaynaklar:
Türkiye’de Dijital Gözetim Aalternatif Bilişim Derneği e-kitap
University College London